Her insanın hayatında önemli bir şehir vardır. Doğduğu şehir, okuduğu şehir, aşık olduğu şehir ve bilmem daha niceleri. Ben nice memleketler, nice ülkeler, nice şehirler gezdim görmedim İstanbul’dan nicesini. Benim için İstanbul sevgilinin yâre duasıdır; benim için İstanbul tarihin suya dokunuşudur. Benim için İstanbul rüyalarımın vazgeçilmez umududur.
Mesut Çaça
“İstanbul’un 100 Şiiri
Bilinen ilk İstanbullu ozan Moiro’dan, divan edebiyatının önemli kadın şairi Leyla Hanım’a, İstiklal Şairi Mehmet Akif’ten İstanbul’un her semtine bir ömür feda eden Yahya Kemal’e, Kaldırımlar Şairi Necip Fazıl’dan yakın zamanda hayatını kaybeden Gülten Akın’a, Memleket Şairi Nazım Hikmet’ten Orhan Veli’ye kadar 100 unutulmaz şairin şiiri buluyor.
Unutulmaz Şiirler Eşliğinde İstanbul Yolculuğu”
MOIRO (MÖ 300 dolayları)
TAPINAĞA SUNULAN ÜZÜM SALKIMI
Dionysos’un şerbetiyle dopdolu,
asılıp kalmışsın ey salkım
altın kapısına Aphrodite tapınağının
saramaz artık seni zarif dallarıyla anacığın asma,
yayamaz başının üstüne o güzel kokulu yapraklarını.
İMPARATOR IULIANUS (MS 300 – 400)
KONSTANTİNOPOLİS’TE BİR KİLİSE ORGU ÜSTÜNE
Ne tuhaf şu gördüğüm kamışlar!
Başka bir toprak yetiştirmiş olmalı,
belki bir tunç tarlası,
doğurmuş büyütmüş bu yabanıl kavalları.
Havadaki yel değil onları öttüren,
Aiolos’un tulumuna benzer bir boğa gönünden,
deli bir rüzgâr esip yollar açıyor
kendine oyuk kamışların kökleri dibinden,
ünlü bir çalgıcı, ayakta durmuş,
çevik parmaklarını gezdiriyor,
borulara ses veren tuşların üstünde
ve parmakların küçük sıçramalarından,
ne tuhaf! Tatlı ezgiler doğuyor önümüzde.
AVNÎ (Fatih Sultan Mehmed)
İSTANBUL’UN FETHİNE TARİH
Feth-i İstanbûl’a fursat bulamadılar evvelûn
Feth edüp Sultan Muhammed dedi târih: âhirûn
ŞEREF HANIM (İstanbul, 1809)
KITA
Gencîne-i irfân olan İslâmbûl
Mahbûbe-i büldân olan İslâmbûl
Müştâk senî görmeğe gayretle Şeref
Ey mecmâ’-i yârân olan İslâmbûl
MEHMET ÂKİF ERSOY
İSTANBUL’A DÖNÜŞ
Bir de İstanbul’a geldim ki: bütün çarşı, Pazar
Nâradan çalkanıyor, öyle ya…
Hürriyet var!
Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş… doğru!
Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru,
Kimse farkında değil, anlaşılan, yapdığının;
Kafalar tütsülü hulya ile, gözler kızgın.
Sanki zincirdekiler hep boşanıp zincirden,
Yıkıvermiş de tımarhaneyi çıkmış birden!
Zurnalar şehrin ahalisini takmış peşine;
Yedisinden tutarak tâ dayanın yetmişine!
Eli bayraklı alaylar yürüyor dört keçeli.
En ağır başlısının bir zili eksik, belli;
Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük,
Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük!
Kim ne söylerse, hemen el vurup alkışlanacak…
-Yaşasın
-Kim yaşasın?
-Ömrü olan…
-Şak! Şak! Şak!
LEYLÂ HANIM
ŞARKI
Vaktidir ey Pâdişâh-i mehlikâ
Kasr-i Kağıdhânede eyle safâ
Gül açıl bülbüller itdikce nevâ
Kasr-i Kağıdhânedê eyle safâ
Sürdiğîçün pâyinê rûy-î niyâz
Reşk-i Me’vâdır Behariyye bu yâz
Dinle bülbül çaldırub ney ince-sâz
Kasr-i Kâğıdhânede eyle safâ
Gâh gâh itdikce seyr-i mâhtâb
Mâh ider mihr-î cemâlinden hicâb
Bin yaşâ ey Pâdişâh-î cem-cenâb
Kasr-i Kâğıdhânede eyle safâ
Virdi mihr-i tal’atin gülzâra fer
Hep açıldı gonca-i nevresteler
Söylesûn Leylâ kulun güfteler
Kasr-i Kâğıdhânede eyle safâ
AHMET HAMDİ TANPINAR
BİR GÜN İCADİYE’DE
Bir gün İcadiye`de veya Sultantepe`de,
Bir beste kanatlanır, birden olduğun yerde
Bir kâinat açılır, geniş, sonsuz, büyülü,
Bugünün rüzgârında yıkanan mazi gülü
Dağılır yaprak yaprak hayâlindeki suya
Bir başka gözle bakarsın ömür denen uykuya…
Belki en hülyalısı duyduğun masalların
O şafak saltanatı korularda dalların,
Her ufku tek başına bekleyen eski çamlar
Bir sır gibi ömründen sızdırılmış akşamlar,
Ardıçla kestanenin her yılık macerası
Harap mezarlıklarda ölülerin rüyâsı
Gelir ve tekrar doğar ölmüş sandığın aşka
Anlarsın ölüm yoktur geçen zamandan başka!
NÂZIM HİKMET
CEVİZ AĞACI
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz…
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüzbin elle dokunurum sana, İstanbul’a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüzbin gözle seyrederim seni, İstanbul’u.
Yüzbin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne de polis farkında
NECİP FAZIL KISAKÜREK
CANIM İSTANBUL
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, edâ, iklim;
O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım
İstanbul,
İstanbul…
ORHAN VELİ KANIK
İSTANBUL TÜRKÜSÜ
İstanbul’da, Boğaziçi’nde,
Bir fakir Orhan Veli’yim;
Veli’nin oğluyum,
Târifsiz kederler içinde.
Urumelihisarı’na oturmuşum;
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum:
(……)
ATTİLÂ İLHAN
İSTANBUL ŞEHRİ AĞLIYOR
şimdi gökler mecnun rüzgâr yolcu bulutlar
şimdi yürek sarhoş kâğıt sarhoş kalem sarhoş
minareler elpençe divan durmaktan usanmış
mavi yeşil neon lâmbaları bir sönüp bir yanıyor
son tramvaylar fren çözüp uykuya doğru uzamış
ve iliklerine kadar geçmiş efkâr
istanbul şehri ağlıyor
(….)
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
İSTANBUL
Evin içinde bir oda, odada İstanbul
Odanın içinde bir ayna, aynada İstanbul
Adam sigarasını yaktı, bir İstanbul dumanı
Kadın çantasını açtı, çantada İstanbul
Çocuk bir olta atmıştı denize, gördüm
Çekmeğe başladı, oltada İstanbul
Bu ne biçim su, bu nasıl şehir
Şişede İstanbul, masada İstanbul
Yürüsek yürüyor, dursak duruyor, şaşırdık
Bir yanda o, bir yanda ben, ortada İstanbul
İnsan bir kere sevmeye görsün, anladım
Nereye gidersen git, orada İstanbul.
GÜLTEN AKIN
YALNIZLIK CAMLARI
Açıktayız gözlerimizin ardı kapkara
Bir ayrılışta yıkılıyoruz
Bir ayrılışta bağlarımız kopuyor
Burası İstanbul
Bazı adamlar var şaşıyoruz
Avuçlarında sıcağı nasıl
Düzenlerini nasıl yitirmiyorlar
Şaşıyoruz burası İstanbul
Akşam kuşlarını İstanbul’un
Damlar üzerinden bir kaldırıp
Başka damlara konduruyoruz
Dışardan yukardan gözlerimizle
Bu camlar yalnızlık camları
Bu camlara yağmur yağdırıyoruz
SEZAİ KARAKOÇ
ALINYAZISI SAATİ
Yeryüzüne ayı indir o bir şehir olsun
Yaklaştıkça büyüyen
Ayrıntıları setleri bahçeleri
Yumuşak çizgileriyle ortaya çıkan
İşte ben o şehri yaşadım yıllarca
İstanbul’da parça parça
Çeşmelerinde ayı yaşadım
Servilerinde ayla birlik bölündüm
Ayla birlik yaralandım
İstanbul mezarlıklarını aydınlatan ayla
Soludum bölük bölük ahiretin
Keskin çizgili özgürlüğünü
Kanlı canlı özgürlüğünü ay kesmesi
İçtim sıcak bir yaz günü içilen buz gibi bir vişne şurubu benzeri
CAHİT ZARİFOĞLU
İSTANBUL
Bir tohumdan daha az değil
Fatihin büyük güvercin kanatları
Meleklerin sık aralıklarla
Dokunduğu toprak.
Güzel buyruklar
Gürbüz havalar
Boğaziçi bir akımdır
Bir akan sudur
Nice dergâhlar
Dinler gibi nabzını
Yeni doğan çocukların
ATAOL BEHRAMOĞLU
İSTANBUL
Göğsüme bir istanbul çiziyorum
Başparmağımla, kelebek biçiminde
Çocukmuşum gibi aynanın önünde
Yüzümü saçlarımı okşuyorum
Kadıköyden herhangi bir deniz
Tenha bir tramvay şişliden
Samatyadan belki sultanahmetten
İncir ağaçları anmsıyorum
Göğsüme bir İstanbul çiziyorum
Başparmağımla, kelebek biçiminde
Biraz umutsuzum, biraz yorgun işte
En çok gözlerimi seviyorum
(…)
MURATHAN MUNGAN
BİR KADEH BEYOğLU
(…)
siz tanımazsınız beni
(eskiden sokaklar daha dardı)
evler, cumbalar dantellerdi gökyüzünü
ve yokuşlar öylesine manidar
bu şapkalar gökyüzü