“Batı’dan Doğu’ya Hicret ettim.” diyen Kıymetli Hocamız ile tanışmanın büyük bir mutluluğunu yaşıyorum.
Hocamıza yıllar önce sorulmuş bir soruyu ve sorunun cevabını sizlerle paylaşmak istiyorum.
-Yazılarınızda sürekli olarak kadim değerler adını verdiğiniz “5 A” ilkelerinden (akıl, aşk, adalet, ahlak, adap) bahsediyorsunuz. Bununla bir medeniyete dönük olarak- neyi anlatmak istiyorsunuz?
Alev Alatlı-Başlangıç noktası şu: Bu dünyaya dair olup da yüzde yüz doğru ya da yüzde yüz yanlış olduğu kanıtlanmış tek bir olgu ya da veri yoktur. ”Matematik kanunları gerçeği yansıttıkları sürece kesin değildirler. Kesin olduklarında gerçeği yansıtmazlar,” diyen Einstein’in kendisi. Matematik dünyası sahici dünyadan farklıdır; tarif ettiği dünyaya uymaz. Birisi, yapay; cetvelle çizilmiş gibi düzgün, ötekisi, sahici yani dağınıktır, pusludur. Keza, fiziğin tanımlamaları da yüzde yüz değildir. Fizik, doğrusal sistemleri çözer, ne ki, gerçek dünyada doğrusal sistem yoktur. Şu şöyle etkilenirse, bu sonuç alınır şeklinde kesin bir şey söylenemez. Dahası, “bazı şeylerin ilkesel olarak bilinemez olduğu” matematiksel olarak kanıtlanmıştır; Werner Heisenberg tarafından daha 1920’lerde. Fizik kuralları ancak belirli bir yere kadar doğrudur. Hal böyle olunca, insan “aklı” dünya ve/veya evrene dair tartışmasız gerçeği çözemez. Yaygın kanının aksine, “bilim”in meselesi de bu değildir. Matematikçiler ve fizikçilerin bütün uğraşları tutarlı, bütünlüklü fakat kurgusal bir kainat inşa etme çabasıdır ki, bu son tahlilde bir zeka oyunudur, sanattır. İnsanoğlu, dünyayı/kâinatı teoriler yöntemiyle akla uygun bir biçimde kurgular ve aklının kurguladığı bu hayali kainatın bir yerde, bir biçimde Evren’in gerçekleriyle çakışacağını umud eder.
Öte yandan, fiziğin, insan yapısı matematiği reddetmediği de bir vakıadır. Geçen yüzyılda Maxwell, ışığın bir elektromanyetizm türü olduğunu matematikle oynarken keşfeder; fizikçiler test eder, doğru olduğu ortaya çıkar. Einstein, enerji-kütle denklemini (e=mc2) göreceliğin matematiği ile oynarken bulur; doğru olduğunu nükleer bomba kanıtlar. İnsanoğlunun gözünü açan matematiktir. Ne kadar çok matematik öğreniyorsak, Kainat’ı o kadar iyi anlıyoruz. Bunun için derler ki, matematik varsa, kimse görmemiş olsa da, Kainat var. Ya da Kâinat varolduğu için matematik var. Stephen Hawking, “Kainat başka türlü olsaydı, Biz onu idrak edemezdik,” diyor, “Kainat, ‘biz’ burada olabilelim diye böyle. Ya da Kainat öyle ki, ‘biz’ buradayız. Hiçbir şey bizim bildiğimizden başka türlü değil! Kainatı ‘Kainat’ yapan, bizim sorgulamamız, bizim varlığımız. Kainat var ki, biz varız. Biz varız ki, Kainat var.”
Böyle bakıldığında, esmai-mevsuleden birisi matematik. Ve “akıl” olmazsa olmaz koşulu insan olmanın. Olmazsa olmaz ama yeterli değil. Çünkü, ahlâkın denetimde olmayan aklın şerir olabildiği de bir vakıa. Fransız Aydınlanma’sının “insan mantığının insanlığın esenliğini sağlamaya yeteceği” savının doğru olmadığı, teknolojinin şer’e hizmet etmesinin önlenememiş olmasının tastikinde. Birbirinden ahlâksız iki dünya savaşı, Vietnam, Afganistan vb. vb. son olarak da Irak. Ahlâki “değerleri reddeden bilim, zehirli bir yılan gibi şerir olur” deyişi, en az iki yüz yıllık. “Sientifiçeskaya” gibi bilim ile dini bütünleştirmeyi amaç edinen cemiyetlerin kurulma nedenlerinden birisi de.
Adalet, ahlâki değerleri onurlandırmanın yegâne yolu. Özgürlüklerden de daha önemli, çünkü ahlâki değerlerin şekillendirmediği özgürlükler de, tıpkı bilim gibi, şer’e bükülebiliyor. Adap, akıl-ahlâk-adalet üçlüsünün yöntemi. Adaba riayet edildiği sürece, mahkemelerin işlevleri kadük oluyor. Bir örnek, Japonya. Sanayileşmiş dünyada fert başına en az avukat sayısı o ülkede. Adam, fikir ayrılıklarının karakolda bitmesini önlüyor.
Aşka gelince, aşk, insanoğlunun bekâsının sırrıdır. Dünyayı hergün, yeniden kuran güçtür. Soytarıları adam eden, korkakları yüreklendiren, aşktır. Derler ki, güneş, dünya kurulalı beri her yerde Kâinat ve tabiat ve uluhiyet hakkında bütün teşbih ve mecazlardan ari ve zahir olan hakikati arayan er kişinin gözlerini kamaştırır, o’nu bakışlarını yeryüzüne indirmeye, sorularının cevabını yeryüzünde bulmaya zorlarmış. Böyle yapmasının nedeni, er kişiye Ezeli ve Ebedi Güzellik’in bu gezegendeki temsilcisinin ‘kadın’ olduğunu anlatmaya çalışmasıymış. Yaratıcısının muradını anlayan er kişi, kadınını araştırır, ona koşar, türünün bu formunun davranış ve zekâsında hakikatın ipuçlarını bulmaya çalışırmış. Ve gün gelip, sevgililerin bedenleri Hakiki Güzellik’in vaadlerini yerine getiremez olduklarında, aşıklar bedenlerini aşar, birbirlerinin ruhlarına düzenledikleri keşif seferlerini sıklaştırırlar; kadın ve erkek, böylece birbirlerini yeniden tanımlarlarken, aşk, bir kez daha parlar ve tıpkı güneş ışıklarının boğduğu gibi lambaları, kaba muhabbeti söndürür, aşık ruhları arındırır ve kutsarmış.
Yine derler ki, kendisini öteki‘ne veren, kendisi ile buluşur. Bu buluşmadan yepyeni bir insan doğar. Keskinleşmiş bir algılama yetisi, yeni hedefler, yeni maneviyat, yeni erdemler. Aşk söz konusu olduğunda, en miskin insanın bile hayatı karşılayacak gücü bulduğuna şahit oluruz. Aşık olan insan, damarlarında dolaşanın Kâinat’ın özsuyu olduğunun idrakine varır, yüzünü yerden kaldırır, Yaratıcısı’na yönelir. Aşk, temiz ve sahici olan tüm diğer ruhlarla buluşmanın kapısını aralar. Başlangıcında bir kişi için duyulan sevgi, diğer canlıları da kapsayacak şekilde büyür. Düzeyli, mutevazi, içten sohbetler, perdahlar, inceltir, yüceltir. Taraflar birbirlerinin ruhlarını gölgeleyen, lekeleyen, birbirlerine ulaşmalarında zorluk yaratan mainaları konuşarak saptarlar. Sevgili ruhlar, alınmadan, gücenmeden yardımlaşırlar. Aşk, zihni kemale ulaşmanın yoludur. Zihni kemal, hakikatin anahtarı. Aşk, ışık saçan, doyumsuzluk telkin eden, kendisini sonsuza dek geliştiren bir öyküsü olan güzelliktir. İnsanın kendisini karşısında yetersiz, selâhiyetsiz hissettiği Güzellik. Muhteşem bir gün batımı üzerinde ne kadar hak iddia edebilirse, sevdiğinin üzerinde de o kadar hak iddia edebileceğini idrak ettiren Güzellik. Tevazu dayatan Güzellik.
Aşk, aşık olunanın ‘tanrılaştırılması’ ya da ‘tanrıçalaştırılması’ şeklinde tezahür eder. Şehvet, ruhun cismanileşirken bedenin ruhanileştiği bir enstantane yaratıyor ki, o ‘an’a hakikatin bize açılan bir başka yüzü olarak saygıyla yaklaşmaktan başka çaremiz yoktur. Aşk, insanoğlunu kolayca gayri-şahsi hale gelebilen cinsel ilişkiden, ‘hobi’ye dönüşen cinsel ilişkiden, oburluktan, düşüncenin ve duyguların kabalaşmasından korur. Gerçek evliliklerin, yani çiftlerin birbirlerini yücelttikleri birlikteliklerin teminatıdır. Fiziki cinselliğin ötesini amaçlayan birliktelikleri, Kâinat’ın dalga cenahına kanatlanabilen cinselliği, zihni kemale yaklaşmanın işaretlerini yüceltir ki, insanoğlunun yaşayakalmasının sırrı buradadır.
Bu soruya vermiş olduğu kısa cevapla dahi önümüzü aydınlatan Hocamız ile bir söyleşi gerçekleştirecek ve sizlere detayları büyük bir memnuniyetle aktaracağım. Peki övgüyle bahsettiğimiz Hocamız kimdir?
ALEV ALATLI
1944 İzmir doğumlu olan Alev Alatlı, liseyi Tokyo, Japonya’da okudu. Ekonomi & İstatistik lisansını ODTÜ, Ekonomi & Ekonometri Yüksek Lisansını Fulbright bursu ile gittiği ABD, Vanderbilt Üniversitesinden (Nashville,Tennessee) aldı.
1985 ve 1986 yıllarında Edward Said’in “Haberlerin Ağında Islam” (Covering Islam) and “Filistin’in Sorunu” (The Question of Palestine) yayınlandı. Filistin davasını duyurmak üzere yaptığı çalışmalar, 1986’da Tunus’ta sürgünde olan Yaser Arafat tarafından “Özgürlük Madalyası” ile onurlandırıldı.
2006 yılında Rusya’da Mihail Aleksandroviç Şolohov 100. Yıl Edebiyat Ödülü’nü aldı.
2014 yılında edebiyat alanında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünün sahibi oldu.
2012 yılında Bülent Ecevit Üniversitesi; 2017 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi tarafından fahri doktora payesi ile onurlandırıldı.
2005-2017 yılları arasında Kapadokya Meslek Yüksekokulu mütevelli heyet başkanı olarak görev yapmıştır. 2017 yılı itibariyle de Kapadokya Üniversitesi mütevelli heyet başkanı olarak görevini sürdürmektedir.
Yayınlanmış ilk telif eseri, “Aydın Despotizmi”dir. Bunu, 1985’de “Yaseminler Tüter mi Hala?” izledi. Yazarlar Birliğinin “Yılın En İyi Romanı” ödülünü alan “İşkenceci” 1987’de geldi.
“Viva La Muerte” “İşkenceci” izleyen “Or’da kimse var mı?” dörtlüsünün öncüsüydü. 1992’de yayınlanan “Viva la Muerte” yi, 1993’de “Nuke Türkiye!”, “Valla Kurda Yedirdin Beni” ve “OK Musti, Türkiye Tamamdır!” izledi. “Kadere Karşı Koy A.Ş.” 1995’de yayınlandı. 1999’da “Eylül 1998” isimli küçük bir nesir-nazım denemesini, 2000 yılında “Schrödingerin Kedisi, Kabûs,” 2001 yılında “Schrödingerin Kedisi, Rüya” izledi. “Gogol’un İzinde” üstbaşlıklı nehir romanının ilki “Aydınlanma değil, Merhamet” 2004 sonbaharında çıktı. Bunu “Dünya Nöbeti” ve “Ey uhniyem! Ey uhyniyem!” izledi.
“Hollywood’u Kapattığım Gün” 2009 yılında, “Funda’nın Mutfak Rehberi” 2011 yılında, “Beyaz Türkler Küstüler” 2013 yılında yayınlanmıştır. Kapadokya Meslek Yüksekokulu Yayınları arasında çıkan dört ciltlik “Batıya Yön Veren Metinler” ve iki ciltlik “Bize Yön Veren Metinler” isimli eserlerde derleyen olarak önemli rol üstlenmiştir. Türkiye’de ilk defa yapılan bu çalışma hem Batı’da hem de İslam dünyasında yaklaşık üç bün yıllık bir düşün serüvenine ışık tutmuştur.2018 yılında yayınlanan “Ben Böyle Düşünüyorum Demekle Olmuyor!” akıl yürütmenin, muhakemenin kurallarına dikkat çekmektedir.
Alatlı’nın ayrıca röportajlarından oluşan “Alev Alatlı ile Türkiye ve
Dünya”, gazete makalelerinin derlendiği “Şimdi Değilse, Ne Zaman?” 2002, “Hayır Diyebilmeli İnsan!” 2003, “Hatırla! Geçmişin Geleceğindir” 2004, “Yorumsuz” 2008 ve “Aklın Yolu da Bir Değildir” 2009, kitapları da bulunmaktadır.