Geç kalmışlığın telaşıyla sokakları adımlıyor, uzun bir Cebeci yokuşunun ardından apartmana ulaşıyoruz. Ciğerlerimiz yokuşa isyan bayrağını kaldırmışken zile basıyor ve kot 1 katına iniyoruz. Kapıyı bize Arif açıyor. Evin girişinde uzun bir hol var, holün sonunda ise salon bizi karşılıyor. Salonu biraz gözlemledikten sonra içinde iki odanın daha olduğunu görüyoruz. Ankara’daki çoğu ev böyle; odalar salonun içine yerleştirilmiş, neredeyse her kapı salona çıkıyor. Bağımlı oda sarmalında nice yaşanmışlıklar iz sürüyor. Bu sırada Sencer bize merhaba derken, salona ufak bir bakış atıyor, sanırım derli toplu olduğundan emin olmak istiyor. Temizlik malzemelerinin kokusundan da anlaşılacağı üzere bugün bir temizliğe girişilmiş. Bizi geçmiş bir üçüncü bayram havasında karşılıyorlar. Tokalaşma faslını bitirdikten sonra, etrafı koltuklarla sarılı salonun renkli bir koltuğuna oturuyoruz. Koltuk takımlarından dışlanmış, oda içerisinde insicamı sağlanamamış yeni bir koltuk takımının olduğunu daha görüyoruz. Çankaya Belediyesi’nin “Yarım Elma” adlı projesinden alınan bu koltuklar da öğrenciler gibi gurbet hayatı yaşıyor. Ankara’da dışlanmış bir koltuk olmak, öğrenci olmak kadar zor olsa gerek diye düşünüyoruz.
Ankara’da öğrenci olmak griden maviyi görmeye benziyor. Allah’ın ve devletin gözü önünde yaşamak, şehre mistik bir hava katıyor. Bu gizeme bir de ayaz eklenince evlerden âlâ mekan bulunmuyor. Sabahları güneş ve ayaz arasında bir kavga başlıyor ve eğer ayaz galip gelirse insanın içine işleyen soğuk, can acıtıyor. Ev ahalisi soğuğa karşı doğalgaz çözümünü basit ve pahalı buluyor. Bu yüzden kombiye karşı bir öfke besliyor ve kombiyi boykot ediyorlar. Isınma problemini de sıcak olduğuna inanarak çözüyorlar. İnancın, ateşten daha etkili olduğunu savunuyorlar. Hava onlar için hep sıcak ve kombi evin arsız düşmanı. E tabi biz üşüyoruz doğal olarak, bizim sıcağa inancımız onlarınki kadar kuvvetli değil. Zira bizler öğrenciliği bitirmiş ve suyun taşı okşadığı şehirlerde yaşam sürmüşüz.
Günün yemek nöbetçisi Ankara Üniversitesi öğrencilerinden Ahmet. Ahmet’in mutfakta hummalı bir çalışması sürerken yemeğin öğrenci evlerinin popüler menüsünün baş tacı olan makarna olacağını düşünüyoruz. Bir anda mutfaktan yayılıp bize ulaşan ve gittikçe yoğunlaşan koku bu düşüncemizi pek de doğrulamıyor. Yemek kokusundan sonra odaya beyaz pembe ekose çizgili bir yer sofrası geliyor. Ramazan aylarında ezanı bekleyen ev ahalisi gibi aniden sofranın kenarında diz teması kurarak bir araya geliyoruz. Patateslerin ağızda dağıldığı sırt etinden yapılmış türlüye bulgur pilavı eşlik ediyor, salataya atılmış pul biberden Ahmet’in Antepli olduğunu anlamak hiç de zor olmuyor. Yemeklerle hem karnımızı doyuruyor hem onlu sistem üzerinden yemekleri puanlanıyor hem de içimizi ısıtıyoruz. Gerçi ev sıcak ısıya gerek yok. Çünkü PVC pencerenin hemen sol tarafında bulunan uydu kablosunun deliğine mavi tükenmiş bir kalemin sıkıştırıldığını görüyoruz. Bunu görünce biz de evin sıcaklığına kendimizi inandırıyor ve kombiye savaş ilan ediyoruz! Bunu gördükten sonra biliyoruz ki öğrenci evinde asla üşümek yok,soğuk düşüncelere karşı çetin bir mücadele var.
Yemek sonrası birbirlerine bakan gözler birilerinin geciktiğini hissettiriyor bizlere. Yeşil parkası, bıyığı ve top sakalıyla 70’li yılların devrimci gençlerine benzeyen bir genç salonun bilmem kaçıncı kapısından içeri giriyor. Bir veya sanırım iki teli kopuk gitarını eline alıyor, tellere vuruyor ve müziğin kuşatmasına bizi esir alıyor. Sosyal bilimler koromuz şarkılara eşlik ediyor, Cem Karaca’yı hep birlikte yad ediyoruz. Birden Haluk Levent ahbaplık etmeye başlıyor koroya birden yükseliyor ses tonları. Bu yükseliş rock müziğin oluşturmuş olduğu cezbeden değil şarkının sözlerini bilmemenin vermiş olduğu cesaretten geliyor. Oluşan bu tabloya bakınca aklımıza Yılmaz Erdoğan’ın şu iki dizesi geliyor; ‘‘Hülasa kente hukuk mukuk okumaya / Mümkünse o arada da memleketi kurtarmaya gelmiş Anadolu çocukları…’’ Anlıyorum ki, tüm makarnalar, düşman kombi, dışlanmış koltuklar, çetin ayaz, egzozun sindiği ciğerler, gri gökyüzü, sonu görünmeyen binalar, memurlar ve bütün bunlar; memleketi kurtarmak için.
Kettle’da özenle hazırlanmış poşet çayla, pasta ikramının ardından keyifli bir muhabbete düşüyoruz. Geçme notları, çan sistemi, not ortalamaları, hâkim olmaya çalışan arkadaşların sınava hazırlanışı, geçmiş yılların anıları, geleceğin hayalleri uzayıp gidiyor. Yıldırım Beyazıt Üniversite öğrencisi Harun adeta yediği enfes yemeğin hakkını verircesine art arda espriler yapıyor, TOBB Üniversite öğrencisi Furkan ise muzlu tatlının oluşturmuş olduğu mayhoşluk ile telefonunu şarj etmek için çözüm yolları arıyor. Bizler de bu bereketli ortamda birkaç nefes soluduğumuz için şükrediyor, yüreklerin temizliğini yüzlerdeki tebessümlerden hissettiğimiz için kendimizi mutlu addediyoruz. Gecenin sonuna gelirken kirpinin yürüyemeyip toprağa sabitlenmesinden oluşmuş bir bitkiyi arkadaşlara ev hediyesi olarak takdim ediyoruz, kaktüs dışlanmış koltuklara arkadaş olmak üzere ne işe yaradığı belli olmayan içi boş bir dolabın üstüne koyuluyor. Uzun holden geçerken bir futbol karşılaşmasının başlangıcını andıran bir selamlamayla hoşça kal diyoruz birbirimize. Bizi nefes nefese bırakan Cebeci yokuşunu inmek üzere bir ayağımızı diğerinin önüne atarak yürüyor ve uzaklaşıyoruz.
Mesut Çaça